top of page

Eşik Yazıları: Doğayı Tüketen Zihin - Ekonomik Sistem ve Ekolojik Yıkım I

  • Yazarın fotoğrafı: Can Ezgin
    Can Ezgin
  • 1 Tem
  • 2 dakikada okunur

Giriş: Doğa ile Aramızdaki Kırık Aynalar


Doğa artık bir “kaynak” değil, bir alarm çanı. Gezegenin sınırları zorlandı; okyanuslar plastikle doldu, ormanlar rant projelerine teslim edildi, canlı türleri sessizce yok oldu. Ancak daha çarpıcısı şu: Bütün bu yıkıma rağmen hâlâ doğayı bir “pazar nesnesi” gibi algılıyoruz. Ekonomik sistem, doğayı metalaştırarak büyümesini sürdürüyor; insan ise bu sistemin tüketici öznesi olmaya devam ediyor.


Bu bölümde soruyoruz: Doğayı yok eden yalnızca tüketim mi, yoksa tüketimi kutsayan düşünce biçimi mi?


1. Doğanın Ölçülemez Değeri, Ekonominin Ölçme Takıntısı


Modern ekonomi, doğayı yalnızca ölçülebilir ve pazarlanabilir birimler üzerinden değerlendirir. Ağaç, karbon emisyonunu dengeliyorsa kıymetlidir. Su, şişelenebiliyorsa değerlidir. Bir tür, turizm gelirine katkı sağlıyorsa korunur. Ancak doğanın estetik, varoluşsal, kültürel ya da ruhsal değeri bu denklemde yoktur.


Ekonomik sistemin ölçme takıntısı, doğanın canlılığını soyutlayarak onu salt araçsal bir nesneye indirger. Böylece doğa, kendisi için değil; insanın çıkarları için var olur.


2. Ekososyal Kriz: Sömürü Döngüsünün Gezegen Çapındaki Yüzü


Kapitalist üretim, doğayı yalnızca üretim süreçlerinde değil; aynı zamanda kâr maksimizasyonu arayışında da sömürür. Tarımda monokültür, hayvancılıkta endüstriyel üretim, madencilikte doğa talanı... Tüm bu uygulamalar, sistemin kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli çöküşe gözlerini kapadığını gösteriyor.


Bir yandan “yeşil kapitalizm” söylemleriyle sistem kendini güncel tutuyor. Ancak bu söylemler, çoğu zaman yüzeyde kalan PR kampanyaları. Gerçekte doğa, hâlâ bir ham madde deposu ve atık sahası olarak görülüyor.


3. Doğaya Yabancılaşma: İnsanlığın En Sessiz Krizi


Modern insan, doğayla kurduğu bağda bir kopukluk yaşıyor. Şehirlerde beton bloklar içinde yaşayan birey, toprağın kokusunu, yağmurun ritmini, hayvanların sessizliğini unuttu. Doğa bir "arka plan görüntüsü" haline geldi. Yabancılaştıkça, doğayı daha kolay tüketiyoruz. Çünkü bağ kurulmayan şey, daha kolay gözden çıkarılır.


Bu yabancılaşma, yalnızca çevresel değil, ruhsal bir krizdir. Doğaya yapılan saldırı, aslında insanın kendi varoluşuna yaptığı saldırıdır.


Sonuç: Doğayla Yeniden Bağ Kurmak – Ekonomi Dışı Bir Etik


Artık yeni bir bakışa ihtiyaç var. Doğayı araç değil, özne; kaynak değil, ortak; dışsal değil, içsel olarak görmeye ihtiyacımız var. Bu yalnızca çevreci bir yaklaşım değil, bir varlık felsefesidir. Doğayla yeniden bağ kurmadan, insan kendi özüyle de bağ kuramaz. “Ekonomik büyüme sonsuz olabilir, ama doğa değil. İnsan aklı, sınırsızlığı hayal edebilir, ama yaşam sınırlıdır. Bu sınırları fark etmek, özgürlüğün başlangıcıdır.”


Can Ezgin

Telif  Hakkı Saklıdır 

Yorumlar


 En İyi Hikayeler

bottom of page